Kahramanmaraş’tan Göksun’a giderken karşıdan gelen bir bisikletli gördüm. Kendisini geçtikten sonra Yakup Bey’e ‘U’ dönüşü yapmasını ve bisikletçiye yanaşmasını rica ettim.
Bisikletçinin İtalya’dan Türkiye üzerinden Hindistan’a doğru gittiğini öğrendim. Oldukça yorgun görünen bu İtalyan gence ‘Akşam saat 5’te Kahramanmaraş’ta buluşalım, sana bir yemek ısmarlayayım.’ dedim.
Akşamleyin saat beş olduğunda ortada yoktu; bisikletle belki hâlâ varamamış ya da adresi bulamamış olabilir diye düşündüm. Yirmi dakika sonra buluşma noktasına ulaştı. Ekip arkadaşım Serpil Ata ve Jakopo Pizzetti isimli bu İtalyan ile yemeğe gittik. Yemeğe başlarken “Bismillah” deyince şaşırdım. “Sen bunu nereden öğrendin?” deyince, “Bismillah for food, maşallah for truck. (Yemek için Bismillah, kamyon için Maşallah)” diye cevap verdi.
Lise mezunu olduğunu sohbet sırasında öğrenince ülkesine dönünce meslek yüksekokulunda ya da üniversite okumayı düşünebileceğini söyledim. O da olabileceğini ama şu anda böyle bir planı olmadığını söyledi. Ben de sertifikaların ve kâğıtların ona toplumda daha yüksek bir yer sağlayabileceğini aktardım. O da dünyada çok farklı hayat seçenekleri olduğunu, kendisinin kâğıtların yolunu değil, kalbinin yolunu seçtiğini söyledi. Bazı insanlar hayatlarını kâğıtlar ve sertifikalar için harcarlar. Kolej sınavları, üniversite sınavları, master, doktora, devlet memurluğu sınavları ve benzerleri, tapular derken bir anda bir bakarız hayat bitmiş, mezara girmişiz ve para dahil tüm kâğıtlar yukarıda kalmış…
Dünyada kâğıtlar, evraklar ve sertifikalar da olmadan birçok şey yapılabilir. Çiftçilik yapmak, mahsul yetiştirmek için kâğıt gerekmez. Bir atölyede demir işçiliği için bilgi gerekir, ama bu bilgi bir ustadan öğrenilebilir ve kâğıt gerektirmez. Aşçılık yapmak için kâğıt gerekmez ve daha birçok şey için… Jakobo da kağıtların yolunu değil, kalbinin yolunu seçmişti. Seyahat edecekti. Bu seyahatle doğayı, farklı insanları ve kültürleri de tanıyacaktı ve tabii kendisini de. Bu seyahatle pişecek ve olgunlaşacaktı.
Yine de sertifika edinmesinin ona yardımcı olabileceğini, bir üniversite derecesi olursa, seyahati sırasında kısa süre de olsa İtalyanca dersi verebileceğini ve seyahatinin geri kalanı için para kazanabileceğini belirttim. Dedim ki, “Kâğıtlar için verilen mücadeleyle bir hayatı harcayabiliriz ya da bazı kâğıtlarla biraz daha fazla özgürlük kazanabiliriz.” Biraz şaşırarak bana hak verdi. Ama yine tekrarladı: “Ben kalbimin peşinden gidiyorum.” Everest’e çıkmayı, bisikletle Ege ya da Balkan turu yapmayı hayal etmiş biri olarak, kalbinin peşinden gidecek cesareti bulmuş bu gence gıptayla bakıyordum. Sıra Dışı Yaşam Becerileri, Yöneticilik gibi dersler vererek hayatını geçirmiş, New York Üniversitesi’nden Harvard Üniversitesi’ne kadar özgeçmişini sertifikalarla doldurmuş biri olarak bir ‘akıl insanına’ dönüştüm. Hayatım planlar, stratejiler ve düşüncelerle dolu. Kalbim varsa da, onu ve onun bana söylediklerini ihmal ettim uzunca bir süredir.
Bir ara yolculuğunu anlatırken şöyle söyledi: “Yokuşlardan daha da zor olanı yağmurda bisiklet sürmek; ayrıca büyük bir ihtimalle birkaç ay sonra daha güneyde 45 derece sıcaklıkta pedal çevireceğim, bu da çok zor olacak. İki uç da çok zor; ortasını bulmak gerek.” Bu sözleri bana da ışık tuttu. Sanırım kalp ile akıl arasında bir tercih yapmak yerine, kalbimizin önderliğinde aklımızın rehberliğinde geleceğe doğru ilerlememiz gerekiyor.
Lan hane kaynak?
İçimizde 🙂
bu yazıdan hergun baska ders cıkarılabılır bızı aydınlatıyorsun z.u. 🙂